17 Temmuz 2011 Pazar

Generallerin Yahudi Damatları


Bazı üst düzey komutanların, Ağlama Duvarı’ndaki görüntülerinin ortaya çıkmasının ardından şimdi de Birinci Ordu Komutanı Org. Hasan Iğsız, emekli Orgeneral Çetin Doğan ve Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz’in damatlarının Yahudi olduğu anlaşıldı.


IĞSIZ PAŞANIN DAMADI EDUARDO MATOS MARTİN

Genelkurmay İkinci Başkanı olduğu dönemde TSK’nın milyon dolarlık askeri helikopteri ile Artvin Karagöl’e pikniğe gittiği belirlenen ve bu skandalın hesabını vermeyen Birinci Ordu Komutanı Org. Hasan Iğsız’ın tek kızı olan Zehra Aslı’nın bir İspanya Yahudisiyle evli olduğu tespit edildi. Tek oğlu Hüseyin Hakan’ın bekar olduğu anlaşılan Org. Hasan Iğsız’ın kızı Zehra Aslı, Eduardo isimli bir Yahudi ile evli. Evlendikten sonra Matos Martin soy ismini alan Zehra Aslı’nın kocası İspanya uyruklu ve Yahudi asıllı Eduardo Matos Martin. 1972 Cacares doğumlu Eduardo Matos Martin, İspanya Yahudilerinden Adolfa Matos Martin’in oğlu.


org. hasan ığsız


BALYOZ ZANLISI PAŞANIN DAMADI DANİ RODRİK

Biri erkek iki çocuğu olan Balyoz Darbe Planı sanığı emekli Org. Çetin Doğan’ın kızı Pınar da bir Yahudi ile evli… Pınar Doğan evlendikten sonra Rodrik soy ismini almış. Kimliğinin din hanesinde Yahudi yazan Dani Rodrik ile evli olan Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan Rodrik Amerika’da yaşıyor. Karı-koca, Harvard Üniversitesi’nde çalışıyor. Çetin Doğan’ın kızı Pınar ile Yahudi damadı Dani’nin 2007 yılında dünyaya getirdikleri ve Deniz adını verdikleri çocuklarının nüfus cüzdanının din hanesine “Yahudi” yazılmış. E. Org. Çetin Doğan’ın damadı Dani’nin babası Hayati Vitali Rodrik ve annesi Karmela Raşel, Yahudi kökenli Türk vatandaşı. Scrikss kalemlerinin sahibi olan şirketin varislerinden. Çetin Doğan’ın oğlu Barış Doğan’ın eşi Fatma Gülden Mesara Doğan ise İstanbul Özel Üsküdar Amerikan Lisesi mezunu. Söz konusu kolejin bağlı olduğu Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV), MİT raporlarında misyonerlik yaptığı gerekçesiyle raporlanmıştı.


Çetin Doğan


GÜRDENİZ, DÜNÜRLERİ İLE GURUR DUYUYORMUŞ

Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz’in damadı da yahudi dinine mensup. Çeşitli ortamlarda dünürü olduğu Suntay ailesinin Eşkenaz (Alman Yahudisi) olması ile gurur duyduğunu ifade ettiği belirtilen Ramazan Cem Gürdeniz’in kızı Ülkem Gürdeniz Suntay, Mesut Can Suntay ile evli. Mesut Can Suntay’ın annesi İvna Suntay ise Hıristiyan-Ermeni kökenli. Ayrıca Mesut Can Suntay Özel Terakki Vakfı Okulları’ndan mezun.


Köpeğinin Bakımı İçin Özel Asker Ayarlayan Cem Gürdeniz


BÜYÜKANIT’IN DAMADI İLE İLGİLİ İDDİALAR

Diğer taraftan tek kız çocuğu olan emekli Org. Yaşar Büyükanıt’ın da Musevi kökenli bir aile ile dünür olduğu belirtiliyor. Yaşar Büyükanıt’ın tek çocuğu olan Fikriye Bengü, Ercan Caymaz ile evli. Büyükanıt’ın dünürü Sevim Caymaz’ın annesi, 1321 (Rumi) İstanbul doğumlu, Merkado-Ester kızı, 315048656.. TC kimlik numaralı.

İddiaya göre; Sara (Melahat) Özcan, önce İstanbul Beşiktaş Ortaköy nüfusu kütüğündeki isim (Sara’yı Melahat yapmış) ve din (Musevi) bilgilerini değiştirmiş. Sonra bu kütüğü Üsküdar Tabaklar nüfusuna naklettirmiş. Konuyla ilgili aradığımız Ercan Caymaz, sorularımızı cevaplamaktan kaçındı.


Yaşar Büyükanıt


FARKLI DİNDEKİLER GERİ HİZMETTE

Bilindiği gibi TSK’da askerlik yapanlardan farklı inançta olanlar, geri hizmette görevlendiriliyorlar. Diğer taraftan; yakın tarihe kadar Türk subaylarının, yabancı ülke vatandaşlarıyla evlenmeleri de yasaktı.

Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız’ın kızı Zehra Aslı İspanya Yahudilerinden biri ile evli. Evlendikten sonra Matos Martin soy ismini alan Zehra Aslı’nın kocası İspanya uyruklu ve Yahudi asıllı Eduardo Matos Martin.

Balyoz Darbe Planı sanığı emekli Org. Çetin Doğan’ın kızı Pınar da kimliğinin din hanesinde Yahudi yazan Dani Rodrik ile evli. Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan Rodrik Amerika’da yaşıyor. Karı-koca, Harvard Üniversitesi’nde çalışıyor.

Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz’in kızı Ülkem Gürdeniz Suntay, Mesut Can Suntay ile evli. Mesut Can Suntay’ın annesi İvna Suntay ise Hıristiyan-Ermeni kökenli.

(Kemal Gümüş, Vakit, 06-2010)

5 Temmuz 2011 Salı

ÜSTAD NECİP FAZIL MERHUMUN taa 1949' LARDA "DİNLER ARASI DİYALOG" MEVZUUNDA YAZDIKLARI....

Kovadis?
Türk Ocağı merkezine Patrik Athenagoras’ı davet eden Hamdullah Suphi Tanrıöver… Başlığının altında “doğruya doğru, eğriye eğri” ölçüsünü taşıyan, fakat hakikatte doğruya eğri, eğriye doğru demekten başka bir şiar taşımayan (Vatan) gazetesinin geçen Pazar günkü sayısında, baş sahifenin baş köşesini süslettiği şekilde, sözde memleket münevverlerini Patrik cenaplarının mihveri etrafında halkalandıktan sonra, aynı (Vatan) gazetesine göre aynen şöyle hareket buyurmuşlardır:
“Hamdullah Suphi Tanrıöver, bundan sonra, Patrik Athena-goras’ın gösterdiği yakınlıktan bahisle, Türk milletinin dinler ve milletler arasında yakınlık istediğini, Patrikhanenin Osmanlı İmparatorluğundan da eski bulunduğunu, Bizansın bir yadigarı olduğunu ve aramızda konuşulan eğlencenin yabancı gelmediğini, tek emelin Türkiye topraklarında müşterek bir kültür kurulması olduğunu, her iki milletin tarih bakımından çok eski olduklarını belirtmiş ve büyük mazinin mahfuz kalacağını söylerek şöyle devam etmiştir:
- Kendilerinin işgal ettikleri makam çok büyüktür. İnandıkları ve inandığımız yolda bütün Ortodoks aleminin faaliyette bulunması için, manevi nüfusları en büyük amil olacaktır!“
Heeeeey, heeeeey, heeeeey, müslüman Türk topluluğu!!! “Türk Ocağı” gibi bir yaftanın altında veya maskenin arkasında, bu sözler senin yüzüne nasıl söylenebiliyor? Cedlerinin raşedar şehadet parmakları halinde göklere uzattığı minarelerle çevrili, İslamın Bizansa karşı tarihi zafer beldesinde, bir Hamdullah Suphi Tanrıövmez, resmen ve alenen, Patriğin manevi sahabetine nasıl sığınır, Patrikhanenin Osmanlı İmparatorloğu’ndan eski olduğunu niçin söyler, Bizansın bir yadigarı olduğunu ne yüzle telaffuz eder, aramızda konuşulan Eğlencenin yabancı olmadığını, yani ana dilimiz gibi bizden olduğunu ne cesaretle iddia eder ve tek emelinin Türkiye topraklarında müşterek bir kültür kurulması olduğu lafile acaba neyi kasdeder?
Patriklik makamını “çok büyük” sözüyle tazim eden Tanrıövmez, farkında mıdır ki, bu sözleri o da harp ve düşmanlık mevsiminde bulunmak şartı ile, ancak Türk düşmanı bir Yunanlı söyleyebilir? Amerika’daki dinler arası kongreye iştirak vesilesi ile Patriği tanıyan Hamdullah Suphi, yoksa Patriğin maiyetinde, Peygamber ve Şeriat farkı ihtilafını kaldırıp, sadece Allah’ın varlığı ve birliği üzerine müesses yeni bir din sevdasında mıdır ve bunun için mi eski ve malum Türk Ocakları Reisi cübbesine bürünmeye lüzum görmüştür?
Bütün maskeleri, bütün nesepleri ve iç yüzleri ile beraber çekip göstermek için, taraflardan tek bir karşılık bekliyoruz!
Tanrıövmezin evinde, böyle bir beynelmilelcilik cereyanının ilk kadrosunu çizen toplantının (Vatan) sütunlarında gördüğümüz fotoğrafında, meşhur avdeti Ahmet Emin Yalman’ın da manevi Bizans İmparatoru Haşmetlü 1. Athenagorasın solunda yer aldığını kaydetmek, davanın renk tonunu belirtmek bakımından faydalıdır!
Kovadis Tanrıövmez? Hiç olmazsa “Türk milleti dinler arası yakınlık istiyor!” tarzında bir iftira selahahiyetinden ve (Türk Ocağı) oyunundan vazgeç de, git dilersen kendine “Tanrıöver” in Eğlence karşılığını ruhanilik ismi olarak seç ve Türklük, Türkçülük iddiasını başkalarına bırak!
Yunanlılar, asılları kendilerinden olduğu halde, başımızda tuttuğumuz ve temsilciliğine göz yumduğumuz sizin gibi insanlar yüzünden mi yoksa, Türk çocuklarını hor ve hakir görmeye yeltendiler?
Kaynak:
Necip Fazıl Kısakürek, 27 Mayıs 1949, Hücum ve Polemik,s.115-117,3.Basım,Mas 1998

Kapatılan cami avlusunda kesik başlar sergilendi

Mustafa Ağırman yazıyor
doganzeki 22/05/2011
“Böylece 1927′yi takip eden 23 yılda yüzlerce cami ibadete kapatılmıştı. Hatta II. Dünya Savaşı bahane edilerek devlet camilere el koyacak ve askeriyenin emrine verecektir. Kimisi buğday deposu olarak, kimisi asker alma dairesi, kimisi de askeriyenin atları için ahır olarak kullanılacaktır.”
Başbakan Erdoğan’ın, 1949′da Bakanlar Kurulu kararıyla bir caminin satılmasını gündeme getirmesi gayet isabetliydi. Zira nicedir yazmayı düşündüğüm bir yaramızı kaşımış oldu.
Bir gün elinize bir gazete aldığınızı ve ilk sayfada şöyle bir haber okuduğunuzu varsayın: “Diyanet İşleri Başkanı, İstanbul’da gereksiz camilerin kapatılacağını açıkladı.” Ne düşünürdünüz? Üstelik her biri tarihî birer eser olan bu camilerin kapatılmasının ardından satılması, gerekirse minarelerinin yıktırılarak ocak bucak teşkilatlarına kiralanması ve daha ötesi, yıktırılarak yok edilmesi ve arsasının birilerine peşkeş çekilmesi gündeme gelmiştir.
Yukarıdaki haberin aslını “Akşam” gazetesinin 29 Haziran 1927 tarihli nüshasından okuyalım (dilini sadeleştirdim):
İstanbul’da mevcut işe yaramayan ve cemaatsizlik yüzünden daima boş kalan bazı camilerin kapatılarak bütçeye tasarruf sağlanması uygun bulunmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan İstanbul Müftülüğü’ne yapılan tebligata göre bu hususta incelemeler yapılarak camilerin tasnif edilmesi gerektiği emredilmiştir. Bilindiği üzere İstanbul’da yüzlerce cami ve mescid mevcuttur. Bazen bir mahalleye 5-6 cami isabet etmekte ve bu camilerin yanında da birçok mescidlere tesadüf olunmaktadır. Camilerin birçoklarının böyle cemaatsiz açılıp kapandıkları öğrenilmiştir. Bundan dolayı Diyanet İşleri Başkanlığı özellikle bütçede tasarruf maksadıyla bu tür camilerin kapatılmasını emretmiştir.”
Böylece 1927′yi takip eden 23 yılda yüzlerce cami ibadete kapatılmıştı. Hatta II. Dünya Savaşı bahane edilerek devlet camilere el koyacak ve askeriyenin emrine verecektir. Kimisi buğday deposu olarak, kimisi asker alma dairesi, kimisi de askeriyenin atları için ahır olarak kullanılacaktır.
Başbakan Erdoğan, konuşmasında 4 Mart 1949 tarihli Bakanlar Kurulu kararında “Bolu’daki Karakadı Camii’nin bakım ve onarım giderleri devlet bütçesinden karşılanmak şartıyla kitaplık olarak kullanılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı’na devrinin kararlaştırıldığının” yazılı olduğunu söylemiş, “Böylece CHP’nin camileri kapattığı, camilerin ahır olarak kullanıldığı belgelenmiştir.” demişti. Yara bir tane değil ki.
Çocukluğum Bursa’da geçti. Heykel’de, Kafkas Pastanesi’nin az yukarısındaki Karaşeyh Camii hayatımda tanıdığım ilk çocuk kütüphanesiydi. Tek Parti devrinde Bursa’da kapatılan ve ev, dükkan, depo vs. yapılan camileri öğrenmek isteyenler Kâzım Baykal’ın “Bursa ve Anıtları” adlı eserine bakabilirler. Heykel Meydanı’nda bulunan sapasağlam Sarı Cami’nin 1939′da “kör kazma”yla yıktırılışının hazin hikâyesini günün birinde anlatırım nasipse.
Bursa’da 1939′lara kadar ayakta duran Sarı Abdullah Camii’nin yıkılmadan önceki bir fotoğrafı. Acaba birileri Cumhuriyet’le özdeşleşen bir meydanda Osmanlı kokan bir caminin varlığından rahatsız mı oldu?
Bu arada halkımızın camiler kapanmasın diye nasıl canla başla çabaladığını şu örnekten daha vurucu bir şekilde ortaya koyamazdım herhalde: Torunu Gürbüz Işık’ın verdiği bilgiye göre Bulgaristan muhacirlerinden Hafız Ahmed adlı imam, emekli olduktan sonra sırf camiler kapanmasın diye Bursa’daki Bitpazarı ve Davutkadı camilerinde birden fahri imamlık görevini üstlenmiş ve ölene kadar da bunun için koşturup durmuştu. O devirde imamların, camileri kadro dışı bırakılıp kapatılmasın diye tanıdıklarına haber göndererek ara sıra da olsa camiye gelmelerini rica ettiklerini bilenler biliyor.
İstanbul, Bursa tamam da, Anadolu’nun diğer şehirlerindeki durumdan da biraz bahsetseniz, dediğinizi duyar gibi oldum. Anadolu zaten büyük bir yaradır ki, hâlâ kanar içimizde.
Kendisi halen Elazığ’da yaşayan yaşlı bir hocaefendi (ismi bende mahfuz) ile yaptığımız özel bir sohbette anlattıkları birer belge değerindedir. Sohbetimizin bir yerinde şu dehşet verici hatıralarını yeniden yaşarcasına anlatmıştı:
“1942′de Kayseri’de okuyordum. Bizi silah altına alıp Çukur Cami’ye sevk ettiler. O camide tam 7 gece yattık. Oradan İstanbul’a sevk ettiler. İstanbul’da nerede kaldık, biliyor musun? Sultanahmet Camii’nde. Camileri at ahırı, ambar, depo dahi yaptılar. Hepsi askeriyenin işgali altındaydı. Diyarbakır’da bir Ulucami vardır. İnönü devriydi, Ramazan’dan önce içerisine beş on tane sandık attılar, ambar diye kapattılar. Millet çok müracaat etti, “Nerede namaz kılalım?” dediler. Gelen cevap, “Evlerinde kılsınlar.” oldu.
Hangi birini söyleyeyim evladım, hangi birini söyleyeyim! Diyarbakır’da bir gün kalkıyor ki halk, Dağkapısı’ndan Mardinkapısı’na kadar hep idam sehpaları kurulmuş. O insanlar Diyarbakır ve havalisinin ilim adamları, şeyhleri, alimleri…
Böyle bir sahneyi ben gözlerimle gördüm. Biz Haniliyiz, bir gün dellal çağırdı: 14 eşkıya yakalanmış, başları kesilmiş, jandarmaların süngülerinde getirilip Ulucami’nin cağlarına (demirlerine) asacaklar. Hani halkı toplandı. Caminin önünde bekliyoruz. O zamanlar 8-10 yaşlarında bir çocuğum. Hakikaten 14 jandarma geldi. Süngülerinde kesilmiş birer insan başı. Getirdiler, caminin cağlarına taktılar. Millet dehşet içinde seyrediyor. Yanımda da iki kişi konuşuyor. Birisi “Ne eşkıyası yahu?” dedi, “Şu baş filan alimin, şu baş filan şeyhin, şu filan memleketin ağası, şu filan diyarın meşhur insanı…” Meğer hepsini tanıyorlarmış.”
Anlaşılan, cami avluları o zaman halkı tehdit etmek için kullanılıyormuş. “Peki camileri yeniden kim açtı?” diye soruyoruz kendisine. Cevabı tereddütsüz “rahmetli Menderes” oluyor. “Müslüman insandı Menderes. Dine hizmet etmek isteyen bir insandı. Onun için idam ettiler ya zaten.”
Ya 1935′te Muş’ta dinamitle havaya uçurulan Murad Paşa Camii? Görgü tanığı Sıddık Çeşmidil yıllar önce “Sebil” dergisine şöyle yazmış hatırasını (12 Mart 1976): “Dellal yarım saat sonra caminin yıkılacağını haber verdi. Dinamitlenen minarenin, ekseni etrafında son zikrini yaparcasına daireler çizerek cami harabesinin üzerine uzanışını elemle, biraz da utanarak seyrediyorduk.”
Hangi birini anlatayım sevgili okur, hangi birini anlatayım?

Şeyh Said ile ilgili İdam Kararı Metni!


Şeyh Said Efendi ve dava arkadaşları ile ilgili 1925/69 nolu İstiklal Mahkemesi kararı metni şöyledir:

30 Haziran 2011, 00:29
 Anadolu Haber


28 Haziran'da okunan ve 1925/69 nolu İstiklal Mahkemesi kararı şöyleydi:


"Yapılan mahkemelerden ve tetkiklerden tekke ve zaviyelerin birer kötülük ve fesat ocağı oldukları ve tekkelerle zaviyelerde Şeyhlerin kendilerine Allah süsü vererek halkı kendilerine taptırmak gibi dinin kabul edemeyeceği fiiller işledikleri, mahkeme huzurundaki ifadelerden de anlaşılması dolayısıyla Şark İstiklal Mahkemesi yargı bölgesi içindeki bütün tekkelerle zaviyelerin kapatılmasına, kaldırılmasına karar verilmiştir.

Şeyh Said'in vukua getirdiği müsellah isyan ve ihtilal hareketlerine muhtelif Şekil ve suretlerde karışıp katılarak isyanın devam ettiği haftalar ve aylar boyunca birçok Şehir, kasaba ve köyleri devlet ve hükümet zabıta ve askeri kuvvetleriyle kanlı bir harp halinde çarpışmak suretiyle saptı ve işgal eden ve ihtilal bölgesindeki en mühim vilayet ve merkezlerinden Diyarbakır Şehrini dahi muhasaraya alan ve orada dahi inat ve ısrarla harp ve kıtaldan çekinmeyen ve nihayet uğradıkları ecz ve mahrumiyetten sonra tutuldukları günlere kadar birçok askeri zabit ve vatandaşları cerh, Şehit, esir eden sirketler, gaspler, yağmalar yapan ve yaptıran Şahıslardan oldukları iddiasıyla mahkemeleri icra edilmiş olan seksen bir sanıktan;

Asilerin reisi Şeyh Said,
Varto ve Muş Cephesi Kumandanı Melekanlı Şeyh Abdullah,
Varto'ya hücum edenlerden aşiret reisi Takliyan'lı Halit oğlu Kamil Bey, kardeşi Baba Bey,
Elazığ cephesi Kumandanı eski milis kaymakamı Şeyh Şerif,
Darehini inzibat kumandanı ve geri hizmetler amiri Fakih Hasan Vehmi,
Genç mıntıkasındaki bütün isyan hareketlerinde bulunan reislerden Valer'li Hacı Sadık Bey,
Palu, Elazığ, Çapakçur cephelerinde çalışan ve asiler namına Çapakçur'da idareyi ele alan reislerden Çanlı Şeyh İbrahim,
Harput cephesinde savaşan ve asiler üzerinde müessir olan Şeyhlerden Şeyh Ali ve Şeyh Celal,(Şeyh Celaleddin olmalı-bizim notumuz)
Ve yine Usat üzerinde müessir olan Şeyh Hasan,
Diyarbakır ve Lice müsaderelerinde müfreze kumandanı olan Ğerip'li İzzet Bey, oğlu Mehmet Bey,
Müsademe ile tutulan reislerden Hamli Mustafa Bey ve Hanili Salih Bey,
Mezip dağlarında tutulan Çanlı Şeyh Abdullah ve Şeyh Ömer,
Tekkesinde isyan hazırlıkları için toplantı yapan Hanili Şeyh Adem,
Maden Şehri inzibat kumandanı Madenli Kadir Bey,
Asiler mümessili olarak çalışan ve Maden'e o sıfatla gelen Piran'lı Molla Mahmut,
Müritlerine kendini Mabut gibi gösteren Silvanlı Şeyh Şemseddin,
İsyan propagandacılarından olup harekata katılan Termil köylü Şeyh İsmail,
Şeyh Abdullatif'in müridi olan Varto baskıncılarından Bakilanlı Molla Emin,
Çapakçur boğazında Yado, Farıs gibi şakilerle birlikte son harbe iştirak eden Alinami diğeri Arap Abdi,
Varto'ya 100 atlısı ile hücum eden Kargapazarlı Halil Oğlu Mehmet,
Şeyh Şerif'in katibi ve mesai arkadaşı Şinik'li jandarma Hasan oğlu Süleyman,
Palu ve Elazığ muhacirlerinden köy muallimi Musyanlı Molla Cemil,
Aşiretiyle isyana katılan Az aşireti reisi Demirci Ömer oğlu Süleyman,
Kiğı harbine katılan Şerif oğlu Süleyman,
Fakir Hasan'ın katibi Tehir,
Babasıyla beraber silahlı olarak isyana katılan Hanili Salih Bey oğlu Hasan,
Asiler ruesasından Hanili Mustafa Bey oğlu Mahmut Bey,
Varto'da Şeyh Abdullah ile birlikte çalışan Şeyh Musa oğlu
Şeyh Ali,
Varto asilerinden beylik bir katırla Hesenanlı Halit Bey'e kaçarken yakalanan Bakilanlı Hacı Halit,
Varto işgalcilerinden Diyadinli Timur Ağa,
Şeyh Abdullah'ın savaş arkadaşı Hınıslı Kamil Bey oğlu Abdullatif,
Varto işgalcilerinden Muşlu Mehmet, Süleyman ve Bahri Beyler
Usat Şeyhlerinden Zorabatlı Şeyh Cemil,
Çapakçur boğazı müsademesinde bulunanlardan Çapakçurlu Süleyman oğlu Yusuf,
Çapakçur müsademesinde bulunanlardan ve asi ruasasından Yamaç aşiretli Ali Badan.
Şeyh Abdullah'la birlikte savaşan Kargapazarlı Halit,
Harput cephesinde savaşan Şeyh Ali'nin arkadaşlarından Nadir oğlu Halit,
Müsademelerle yaralanan Mehmet oğlu Tehir,
İsyanı tertip ve tahrik edenlerden nahiye müdürü Tayip Ali,
Çapakçur kaymakamı Hüseyin Hilmi,
Efendisiyle beraber harekata katılan Şeyh Said'in hizmetçisi Yusuf oğlu Çerkez Jandarma Hamit ve Salih oğlu Hasan,
İsyanın asli faillerinden olarak idam cezasına mahkum edilmelerine,
Bu sanıklardan Çapakçur kaymakamı Hüseyin Hilmi Bey'in cezası 15 sene kürek cezasına, Salih Bey oğlu Hasan'ın cezası henüz 15 yaşını bitirmediğinden 10 sene hapse çevrilmesine,
isyan suçuna "feran zimethal" olduklarına kanaat hasıl olan Cemil Paşazade Ekrem, Malazgirt savcısı Abdülmecit, Jandarma Mülazımı Mehmet Muhri, Jandarma Yüzbaşısı Ali Avni, Hanili Mustafa Bey hafidi, örfi haklarında örfi suçun işlendiği tarihte henüz on üç yaşını doldurmamış olduğu için onun silah için üç sene müddetle ve diğerlerinin de onar sene müddetle küreğe konulmalarına, vazifesinde kayıtsızlık ve ihmal gösterdiği sabit olan Genç valisi İsmail Hakkı Bey'in bir sene müddetle hapsine Çapakçur Hakimi Ali Rıza'nın milli hudut haricine çıkarılmasına diğer maznunu aleyhim Bazıkem'li Reşit Çapakçur'lu Hüseyen Reşit ve Süleyman Bey, halk fırkası reisi Rüştü Efendi Molla Abdulhamit, Ratçanlı Nimet ve Ahmet ve Maksud ve İbrahim Beylerin beraatierine,
Nakip Bekir Bey, Cemil Paşazade Ömer, Kadri, Cevdet, Memduh ve Mühiddin Beylerin de haklarındaki ihbaratın kanuni mesuliyeti müzteizm fiillerinden olmadığı anlaşıldığından onların ademi mesuliyetlerine karar verilmiştir."

Kaynak: Ergun Aybars-İstiklal Mahkemeleri

Amerikan Dolarında Mason Simgeleri




Amerika’nın İsrail ve Mason sevgisinin belgesi nedir diye soracak olsalardı, onlara 1 doları gösterirdim.
1 Amerikan Doları’nın ön yüzünde George Washington yer alır, bir de terazi-duvarcı gönyesi-anahtardan oluşan Hazine Bakanlığı mührü. Arka yüzünde ortada “In God We Trust” (tanrıya güveniriz) yazar.
Bütün kâğıt ve madeni paralarda da bu cümlecik vardır. Arka yüzdeki iki daire içinde gördüğümüz semboller ABD’nin resmi mührüdür. Bu mühür 1935′de Franklin D. Roosevelt’in çıkardığı kanunla 1 Dolar’a işlenmiştir.
Bu mührün ön tarafındaki kartal ABD’nin sembollerinden biri olup Başkanın bulunduğu yerlere asılır, arka plandaki piramit ise sadece 1 dolarda bulunur. Yani 1 doların arka yüzü, ABD’nin resmi mührünün (1882 de çizilmiş) açılmış olarak görüldüğü tek yerdir.
Kartal’ın göğsünde Amerikan bayrağının şeritleriyle bazenmiş kalkan, sol pençesinde 13 zeytinli bir zeytin dalı, sağ pençesinde 13 ok vardır, ağzındaki kurdelâda Latince “E pluribus unum” (birçok şeyden ibaret olan tek şey) yazar.
Kartalın başı üzerinde 13 yıldızdan oluşan bir küme vardır. Bunlar İngiltere’den bağımsızlığını kazandığında ABD’yi oluşturan ilk 13 eyaleti sembolize eder. Bu kümenin yıldızları öyle yerleştirilmişlerdir ki; yıldızları çizgiyle birleştirince Davut Yıldızı (Mogen David) çıkar. Yani İsrail Bayrağındaki meşhur altıgen yıldız.
Piramit ise 13 kat tuğladan yapılmıştır, tepesi kopmuş gibidir ve ışık saçan bir göz parlar. Bu göz “Rabb’ın gözü” dür. Piramidin en alt katında ABD’nin kuruluş tarihi Romen Rakamlarıyla işlenmiştir. Çemberin içinde iki latince cümle yazılıdır: Üstte, “Anuit Coeptis” (tanrı bizden yanadır), altta ise, “Novus Ordo Seclorum” (zamanın yeni düzeni). Belki de “Yeni Dünya Düzeni” tanımlanıyor!
Bilindiği gibi Masonluğun tarihini çok eskilere Hz. Süleyman’a hatta Adem’e kadar götürenler olduğu gibi, günümüz Masonluğunun 1717′de İngiltere’de Büyük Loca olarak kurulduğu ve 1723′te bu locada Anderson Yasaları olarak bilinen ve Mason Anayasası olarak kabul edilen kurallarla bir disiplin haline geldiği kabul edilmektedir.
Masonluğu daha bilimsel bir çerçeveye oturtmak isteyenler ise Avrupa’da Korporasyon, Doğu’da ise Loncalara dayanan bir inanış olduğunu ileri sürerler.
Her ne olursa olsun Masonların kabul ettiği belli sembol ve şekiller vardır. Bunların başında 1948′den beri İsrail bayrağında yer alan Davut Yıldızı gelmektedir. Tıpkı 1 ABD dolarında olduğu gibi. Piramit, ışık saçan göz, pergel, duvarcı aletleri, mala, cetvel, gönye ve tokmaklar diğer Masonik işaretlerdir.
Piramit “ebediyet, kuvvet ve bilgi” anlamına gelir, tepesindeki ışık (nur) saçan göz ise “her şeyi görmeye muktedir olan” kainatın ulu mimarının gözüdür. Bunları dünyanın en büyük iki Mason mabedinden biri olan Pensilvanya eyaletindeki Philadelphia Masonic Temple (Mason tapınağı)’da görmek mümkün.
Mabed duvarlarında 1 dolarda bulunan pergel ve gönyeler, ölçek, mala ve cetvel kabartmaları, bol bol piramit ve ışık saçan göz sembolleri bulunur. Philadelphia Masonluğun Amerika’daki bilinen merkezidir. Bu binanın yapımına 1868 yılında başlanmış, temel atma töreninde George Washington’un 75 yıl önce Washington’daki Kongre Binasının temelini atarken kullanmış olduğu çekiç kullanılmıştır.
Bu arada günümüze kadar görev yapan 43 Başkanın 21′inin Mason olduğunu belirtmek gereklidir, bu başkanlar ise; G. Washington, J. Monroe, A. Jakson, W. Harrison, J. Tyler, J. Polk, Z. Taylor, F. Pierce, J. Buchanan, A. Lincoln, A. Johnson, J. Garfield, W. McKinley, T. Roosvelt, W. Taft, W. Harding, F. Roosvelt, H. Truman, L. Johnson, G. Ford, J. Carter’dır.
Bu binadaki müzede G. Washington’u Mason duası yaparken gösteren tunç heykel, ve Mason önlüklü tokmaklı resmi, ve önlüğü sergileniyor ki bu önlüğün işlemeleri Madam Lafayette tarafından yapılmıştır.
Amerikan Anayasasını imzalayan 59 kişiden 13′ü Mason’dur. Müzede ünlü devlet adamı ve fizikçi Benjamin Franklin’in 1734′te kendi matbaasında bastığı The Constitutions of Free Masons (Hür Masonların Anayasası) adlı kitabı da sergilenmektedir.
Bu binanın kapı çıkışında “Masonluğun ilkeleri bütün iyi insanlar tarafından kabul edilebilecek ahlâkî prensiplerdir. Onlara insan soyuna hoşgörüyle bakmayı öğretir” ibaresi asılıdır.
Bu nasıl prensiplerdir ki, kadınlar Mason olamazlar (cinsel ayrımcılık), ateistler Mason olamazlar (inanç ayrımcılığı), bedensel engelliler Mason olamazlar (fiziksel ayrımcılık), varlıklı olmayanlar Mason olamazlar (ekonomik ayrımcılık), anarşistler Mason olamazlar (politik ayrımcılık).
(Faik Çelik, 14 Ekim 2003)